Son yıllarda Türkiye'nin ihracat stratejileri ve küresel ticaret dinamikleri üzerine yapılan analizler, ekonomik büyüme ve istihdam yaratma konusundaki zorlukları gözler önüne seriyor. Bu durum, yeni stratejilerin gerekliliğini ortaya koyuyor. Klasik ekonomik kalkınma anlatısının temelini oluşturan endüstrileşme stratejileri, son 15 yıldır bireylerin hayatını sarsmış durumda. Sanayi üretimi, ekonomik büyümeyi getirmiyor. İstihdam sağlama konusunda çıkmaza girmiş görünüyor.
Teoriye dönecek olursak; ihracat, yerli üretimin artmasını ve yeni iş imkanlarının doğmasını sağlar. İhracat yapan firmalar, üretim kapasitelerini artırarak daha fazla işçi istihdam ederler. Bu durum, işsizlik oranlarının düşmesine ve halkın refah seviyesinin yükselmesine katkı sağlar. Ancak teorinin dinamikleri artık eskisi gibi işlemiyor. Hem talep tarafındaki durağanlaşma hem de teknolojik değişim ile verimlilik artışları, yapıyı sarstı.
Uzun yıllar önce benimsenen ihracat temelli büyüme stratejisi, 1980’li yıllardan itibaren tekletmeye başladı. Mal ihracatımız uzun süredir artış hızını kaybetmiş durumda. 2010’lu yıllarda yaşanan patinajın benzerini, 2020’li yıllarda da yaşıyoruz. Salgın koşulları neticesinde 2021 yılında yaşanan önemli bir sıçrama sonrasında, 2022 yılının son aylarından itibaren pandemi sonrası kazanılan avantajlar azalmaya başladı.
İhracatımız yeni yılda önemli ölçüde rekabet baskısı altında kaldı ve kayda değer bir oranda büyüyemedi. Avrupa’nın durumu, zincirin belirleyici halkası. İhracatçıların en çok yakındığı husus aşırı değerli Türk Lirası ve yükselen maliyetlerdir. Ancak küresel gelişmelerden bağımsız bir çerçeve çizmek mümkün değil. Ticari bloklar ve devletler arası mücadele, önümüzdeki dönemde bazı fırsatlar çıkarabilir.
Bu noktada dünyadaki ticari akımlara ve değişimlere göz atmakta fayda var. Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı (UNCTAD) 2024 raporuna göre dünya mal ihracatının değeri 2023 yılında yaşanan düşüşün ardından yüzde 2,3 oranında arttı ve 24,4 trilyon ABD dolarına ulaştı. Ancak hâlâ 2022 değerinin neredeyse yarım trilyon dolar altında kalıyor.
Reel bazda geçtiğimiz yıl küresel mal ticareti hız kesti, öte yandan hizmet ticareti reel olarak yüzde 5 büyüdü. Hizmetlerin küresel ticaretteki payı 2023’te yüzde 25’e yaklaşarak ekonomik büyümenin yeni motoru olabileceğini ispatladı. Küresel değer zincirlerinde yer edinmek, sanayileşmeye giden baskın yol gibi görünüyordu. Ancak dışarıda kalanlar, ‘düşük ücretli, düşük teknolojili’ stratejilere güvendi.
Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin temel tüketim, tekstil, elektronik gibi sektör oyuncularının mevcut düzenini korumalarına yönelik sübvansiyonlarını gözden geçirmesi şart. Diğer gelişmekte olan ülkelere nazaran imalat sanayi istihdamını korusa da uzun vadede bu performansı göstermek çok zor. Ulusal şampiyonlar yaratmadan performans göstermek kolay değil.
Günümüzde, markalar, özgün tasarımlar, patentli teknolojiler ve ‘know-how’ gibi maddi olmayan varlıklar, firmaların küresel değer zincirlerindeki pozisyonunu belirlemekte. ‘Fabrikasız üretim’ modelleri ortaya çıkmaktadır. Modern küresel değer zincirlerinin önemli bir bölümü, yenilikçi ülkelerin fikri mülkiyet hizmetlerini ihraç edip, karşılığında imal edilmiş ürünler ithal ettiği bir yapıya dönüşmüştür.
2023 yılında toplam maddi olmayan yatırımlar 6,9 trilyon dolara ulaşarak, 1995 yılındaki 2,9 trilyon dolarlık seviyenin iki katından fazla artış göstermiştir. Ancak otomasyon, AI ve anında tercüme teknolojilerinin gelişimi ile bu tip hizmetlerin üretiminin tabana yayılacak olması, gelişmekte olan oyunculara daha fazla pay vaat etmektedir. Bu şartlar altında, mal ticaretinin durgunluğunu koruyacağını varsaymak makul bir senaryo gibi durmaktadır.